Monday, June 28, 2010

turkiyem turkiyem, cennettim

benim guzel memleketim -diye giden bir sarkidir bu, omur boyu surecee-eek.

off kafa tam gitmis, turk san'at ve hafif bati muzigine gonderme yapmadan konusamaz hale gelis -hem de bir cumlede IKI TANE BIRDEN.

bu yaziyi artik istanbul'dan yaziyorum. aslinda haftasonu basinda dondum ama populerlik zor, hep mucadele, noblesse oblige kapsaminda uzerime dusenleri (haha) yapmam gerekiyordu. bunlar hep yapildi. guzel bir haftasonu: melo ankara'dan abim gelmis, esis karta kacmis, ostrov izlenmis, frou frou'dan let go dinlenmis. alman kara ve hava sahasindan donus icin daha iyi bir baslangic dusunemiyorum dogrusu (ya da ilk uce girer yaaaaani)

bu sozlerimle, bu blogun da omrunun tukendigini, vadesinin doldugunu uzulerek goruyoruz. yani munuh'te bir gun fazla kalasim yoktu, bilakis, ama temali blog yazmak da daha kolaymis karagozlum.

o halde artik dumeni nothingfjord.blogspot.com a tam kirmanin sirasidir. daha istikrarli olmaya dikkat edecegime dair sozler vererek.

auf wiedersehen!

Friday, June 25, 2010

silahlara veda

(asagi yukari her baslikta da edebi bir gonderme yapmazsa olecek hastaligi)

ve iste zamani gelmisti. tarih: temmuz 25, 2010, vaziyet... aslinda vaziyeti bilmiyorum, daha cami acip disari bakmadim ama sabahin 4.30'u civarinda gozume gozume gunes girmeye basladigina gore (doguya bakiyor oda) vaziyet en azindan gunesli; vatanin butun tersanelerinin ele gecirildigini de zannetmiyorum.

bu noktada,

canimi sikan sey (sadece bu degilse de, stiff upper-lip'imizle itiraf edecegimiz kadariyla) : istanbul'u yine seller almis, arap kizinin camdan bakiyor olmasi. buradan yazlik giyinip gelecegim, lutfen beni yesilkoy irmagi karsilamasin ve sinirimi oynatmasin. zaten su siralar oynak bir sinirim var. (mincon, eger okuyorsan sadece senin anlayacagin bir terim: ROG)

dun gece bavullardan birini hallettim gibi. normal toplanisimdan daha uzun suruyor; cesitli sebeplerden dolayi bazi seylerin bazi yerlerde olmalari falan gerekiyor. bir anda oldu mu sana duzenli bavul toplama stresi? bir de kirilacak seyler almisim, onlarin kirilmadan transportasyonu sart. kirilacak sey! dikkat edin!! ucak! falan diye costugum icin el kadar seyleri torsom boyutlarinda bubble wrap'e saran fransizlari da kiniyorum. ya da neyse, belki sonra arkalarindan dua ederim. ama su asamada hic bir yere sigmayan tuhaf sekilli bubble-wrapler var (suspiciously looking like limbs) ve bu beni mutsuz etti.

ustelik, munih'teki son gunum icin planlarim sadece uc saat uyumus olmak degildi. hesapta dun disari cikacak, son almam gereken (yani bence almam gereken) seyleri tamamlayacak, bugun de gec kalkip kalani toparlayacaktim. hain kader! neyse, artik elimizdekilerle idare edecegiz. aksam 4'e kadar disarida atilacak sey haric her seyi toplamis olmam gerekiyor ki, munuhlu taksici ismayilabi beni goethe institut gaesthaus'un onunden alsin, sonra sirf taksi para yazsin diye goethe institut ana binaya ugramak zorunda kalalim, ben odanin anahtarini teslim edip depozitoyu alayim, oradan havaalanina gidelim. kafamdan bir hesap yaptim (cunku en nihayetinde turkum) anahtarin depozitosu sanirim her sekilde taksinin bu gereksiz turnesinden daha yuksek bir meblag, o zaman yapilir. oyle olmasa, binada birilerine verecektim anahtari, ya da ustune takacaktim. pratik zekama ve konyali kurnazligima (konyayla uzaktan yakindan alakam olmamasina ragmen) hastayim.

bu blog da, farkettiyseniz, benim munuh maceralarimdan hayli sapti. oncelikle munih'te cok kalmadim, onun etkisi buyuk. 28 gunun 11 gun kadarini paris'te gecirinde mardin-munuh hattindan munuh-paris hattina donustu mevzu. bu araya giren ve zamanla uzayan mesafeler (prekazi'nin 80 metreden attigi gol gibi) sebebiyle almanca'yi da sahane ogrendigimi tahmin edersiniz. simdi bir bavyerali agziyla dankeschein ve uzata uzata genaau genaau diyorum; yani sanirim bundan ibaret. tamam iki uc soru sorup, basit cevaplar da verebilirim ama o noktada kaldik. ama hala kulturwissenschaft, hala kunstwissenschaft: bunlar harddiskte kayitli. peki pinar'in genaau demeyi ogrenmesi icin guzel beldemiz munih'te 4 hafta gecirmesi gerekiyor muydu? bu soruyu siz okuyuculara birakiyorum (cevabi da hayir bu arada.)

simdi izninizle ask-i memnu'nun son bolumunu interweblerden izleyip, decompression chamber'a girecegim ki turkiye'ye gece itibariyle ayak bastigimda etrafta danseden maskeli behlul'ler gorursem oldum ve purgatory'e gittim zannetmeyeyim.

tschuss!

Sunday, June 20, 2010

munuh

yarin, sonunda esas lokasyonum olmasi icap eden fakat pek beraber vakit geciremedigimiz munih'e donuyorum. orada da hava burasi kadar berbatmis. yasasin! bavyera, sana donuyorum (aksama)

simdii? utu yapmam lazim. my (glamorous) life as a housewife -derken boyle bir blog buldum? siz de onu okuyun bari.

Saturday, June 19, 2010

kara bulutlar


geldigimden beri demeyeyim, bir iki gun gunesi gordum (gunesi gordum: a film by mahsun kirmizigul) ama epeydir paris'e berbatt bir hava getirmis durumdayim, oyle ki, haziranin 20'sine geldik ve bugun itibariyle sicaklik 15 derece, hava saganak yagmurlu (turu donuna kadar islanmali saganak). pazartesi itibariyle munuh'e dondugumden, bakayim munuh havasi nasil dedim, aa o da ne, orasi da 12-14 derece civari ve bulutlu/yagmurlu cikmasin mi? peki ya benim dondugum cuma aksami itibariyle bulutlu ve yagmurlu havanin yerini parcali bulutluya birakmasi ve cumartesi gunu gunluk guneslik havanin gelecegi haberi? ayni sekilde istanbul'a varmamdan az evvel de hava neredeyse 10 derece birden soguyor ve hatta haftasonu itibariyle firtinalar koparsa kopsun iddialari var.

alin ustumden bu gademisligi, rica ediyorum!

gademis: The gademis figure which ruins a team's success is probably an old survival as well. In ancient times, esp. during crisis a person, called pharmakos, was executed to appease the gods and take all the "bad luck".

(bu arada ingiltere'de yasamak bana yaramadi, hava durumu uzerinden blog post bile yazabilecek kivama gelmisim 9 ayda)

Friday, June 18, 2010

Parisienne Walkways

soyle ki: by gary moore

aklima gecenlerde (uzulerek ustunden epey bir gectigini farkediyorum) bunu arabada giderken dinledigim geldi, ama bu seferki parizyen volkveys gercegi. carrie bradshaw gibi paris'te dolastim, kuaforlere gittim, simdi de nisantasi'nda soyleydi boyleydi havasinda bir yazi yazmak uzereyim. bu da achtung olsun! (kalbim munuh'te mi kaldi? yooo)

neredeydim? alexandre de paris'yi ararken kaybolup buldugum surada (alexandre'da soyadimi spell ederken ilk harf icin sophie dedigimizden muhtemelen sophie'yi beklediler saat 13.00 civari -ama adresinizi internetlere yanlis koymussunuz aleksandr!): coiff1rst

salonun sefi martial, hem sacimi kesti hem de benim bir turlu begenmedigim rengini tutturdu. netice: memnuniyet. paris'e gelirseniz, illa sacimi bir sey yaptirayim derseniz, champs-elysées'deki (ama sanzelize uzerinde degil, rue marbeuf'de) salona ugrayip adimi verin. martial beni "bir dahaki sefere de bekliyorum, bisous" diyerek ugurladi, sanki gercekten carrie bradshaw'um da (bu arada toplamda iki -sayiyla IKI- sex and the city episode'u izledim, birinde de paris'e gidiyordu KOSKOCA mikhail baryshnikov'la, ve cemkiriyordu oraya buraya, nuyork'u ozluyordu. nesini ozluyorsun carry? o sahane nuyork kisini mi, anlamadim ki? neyse parantez de bir uzadi ki!) sacimi kestirmeye paris'e gidip gelecegim.

ahhh life as a bon vivant! c'est la vie!
(fransizcami burada yariya kadar tukettim zaten, haha)

Wednesday, June 16, 2010

a Paris!



quartier juif'de dondurma yerken hipster fotolar pesindeyim.

-ve sevgili blog ve okuyuculari, tam ben bunu yazarken internet git? yeni geldi. yayinimiza kaldigimiz yerden devam ediyoruz.-

blog biraz aLmanca aci vatanliktan cikti gibi, zira Paris'e geldim ve kaldim. cumartesi gelip, carsamba sabahi (bu) donecegim Paris'ten gordugunuz gibi donmus degilim. pazartesiye kadar da buradayim. c'est la vie! kalmamin en onemli sebebi telefonda mulakat yapmam gerekliligi ve bu saatin benim trende olacagim saate denk getirilmis olmasiydi. fellowship mulakati oldugu icin kendisine gereken onemi verdim ve bileti ileriye atayim dedim, ama haftaici diger gunlerin biletleri 250 euro civari fiyatlariyla beni etkilediler sahiden. bu durumda behlul gidemez. ozgehan ve erdem'in basina yaklasik 10 gunluguna sarilmis durumdayim su durumda. peki aLmanca dediginizi duyar gibiyim? iste o biraz yalan oldu. onun yerine simdi isvicre fransizcami pis parislilere satiyorum; mesela octante, mesela nonante, ne o oyle dort yirmi bilmemne hamalligi? beyin bedavah!

Paris takdir edersiniz ki epey guzel. kendisiyle en son 99 senesinde gorusmustuk, o zaman da cok uzun kalmamistim. Louvre'u en son goreli ise neredeyse 20 sene olmus (yuvarliyorum) o yuzden gecen gun gerekli ziyaretleri yaptim. en son Louvre'da guzel aci yakalamaya calisirken makinayla yerlerde surunmek neticesinde bacaklarimin sekiz yasindaki cocuk gibi mosmor olmasini yok sayarsak gercek bir parisienne gibi sekiyorum Rue de Rivoli'de. cok sekmemem herkes acisindan iyi olabilir gerci, cunku insanin Paris'te her gordugu seyi alasi geliyor.

bu Munuh'ten ziyade Paris ziyaretine donusmus geziden notlarim simdilik boyle. aslinda yazacak cok sey vardi ama kesinti sirasinda yarisindan fazlasini unuttugumu farkettim.

bissous!

Friday, June 11, 2010

yollarda

yasasin, yollara dustum! listening to: Wanderlust King - Gogol Bordello. (oyle bir gaza gelmek ki, interrail bileti alasi olmak. ya da parasi neyse veririm ya! gezecegim ben!)

tamam yalan soyledim, trying to listen to gogol bordello ama actually listening to VUVUZELA! arkadas, bu nasil bir ciledir, nasil bir azimdir? adamlar ilk yarida fire vermeden caldilar vuvuzelayi. peki ben bunu neden dinliyorum? dysleksik olmamla ve 18.47 trenini 16.23 sanmamla alakasi olabilir mi? (olabilir) boylece geldim munchen hauptbahnhop'a saat uc civarinda, o saattir de kafede oturmam ayip olmasin diye gerekli gereksiz urunler al, saga bak sola bak, sonra kafenin wireless'ini kesfet -ve iste buradayiz.

istikamet: paris. PARIS! burada da soundtrack girsin: I love Paris (hem de Ella'dan, baska kimden olacakti?) kisa bir stuttgart aktarmam var, ICE treninden inip TGV'ye binecegim, ki bu da beni heyecanlandiriyor. en son TGV'ye 99 senesinde binmisim, bunlarin simdi yepyeni modelleri cikti, test driver gibiyim.

iki uc tane de not duseyim:

- bugun artik dorduncu deneyisimde ikna oldum ki: munuh'te (belki de tum aLmanya'da?) tuvaletler PARALI. evet, bayagi para verip giriyorsunuz. hatta bir tanesinde kolonya degil ama (zaten onun adi KOLANYA'dir) elinize fisfis sikan kiz bile vardi. ama driedl kiliginda. allahim bazen postmodernizm beni zorluyor.)

- az evvel ucuncu platformdan Dresden'e kalkan tren vardi. insanin binesi gelmiyor.

- ICE trenleri cok havali gorunuyor, neyse ki son dakikada gecen gunku biletcinin yaptigi hatayi telafi edip yer de rezerve ettirdim. munih-stuttgart arasini AYAKTA gitmek de var? -cok gorduk bunlari interrail'de.)


simdi gecirecek yaklasik 1 saat 40 dakikam daha var. yasasin saskinlik!