Monday, June 28, 2010

turkiyem turkiyem, cennettim

benim guzel memleketim -diye giden bir sarkidir bu, omur boyu surecee-eek.

off kafa tam gitmis, turk san'at ve hafif bati muzigine gonderme yapmadan konusamaz hale gelis -hem de bir cumlede IKI TANE BIRDEN.

bu yaziyi artik istanbul'dan yaziyorum. aslinda haftasonu basinda dondum ama populerlik zor, hep mucadele, noblesse oblige kapsaminda uzerime dusenleri (haha) yapmam gerekiyordu. bunlar hep yapildi. guzel bir haftasonu: melo ankara'dan abim gelmis, esis karta kacmis, ostrov izlenmis, frou frou'dan let go dinlenmis. alman kara ve hava sahasindan donus icin daha iyi bir baslangic dusunemiyorum dogrusu (ya da ilk uce girer yaaaaani)

bu sozlerimle, bu blogun da omrunun tukendigini, vadesinin doldugunu uzulerek goruyoruz. yani munuh'te bir gun fazla kalasim yoktu, bilakis, ama temali blog yazmak da daha kolaymis karagozlum.

o halde artik dumeni nothingfjord.blogspot.com a tam kirmanin sirasidir. daha istikrarli olmaya dikkat edecegime dair sozler vererek.

auf wiedersehen!

Friday, June 25, 2010

silahlara veda

(asagi yukari her baslikta da edebi bir gonderme yapmazsa olecek hastaligi)

ve iste zamani gelmisti. tarih: temmuz 25, 2010, vaziyet... aslinda vaziyeti bilmiyorum, daha cami acip disari bakmadim ama sabahin 4.30'u civarinda gozume gozume gunes girmeye basladigina gore (doguya bakiyor oda) vaziyet en azindan gunesli; vatanin butun tersanelerinin ele gecirildigini de zannetmiyorum.

bu noktada,

canimi sikan sey (sadece bu degilse de, stiff upper-lip'imizle itiraf edecegimiz kadariyla) : istanbul'u yine seller almis, arap kizinin camdan bakiyor olmasi. buradan yazlik giyinip gelecegim, lutfen beni yesilkoy irmagi karsilamasin ve sinirimi oynatmasin. zaten su siralar oynak bir sinirim var. (mincon, eger okuyorsan sadece senin anlayacagin bir terim: ROG)

dun gece bavullardan birini hallettim gibi. normal toplanisimdan daha uzun suruyor; cesitli sebeplerden dolayi bazi seylerin bazi yerlerde olmalari falan gerekiyor. bir anda oldu mu sana duzenli bavul toplama stresi? bir de kirilacak seyler almisim, onlarin kirilmadan transportasyonu sart. kirilacak sey! dikkat edin!! ucak! falan diye costugum icin el kadar seyleri torsom boyutlarinda bubble wrap'e saran fransizlari da kiniyorum. ya da neyse, belki sonra arkalarindan dua ederim. ama su asamada hic bir yere sigmayan tuhaf sekilli bubble-wrapler var (suspiciously looking like limbs) ve bu beni mutsuz etti.

ustelik, munih'teki son gunum icin planlarim sadece uc saat uyumus olmak degildi. hesapta dun disari cikacak, son almam gereken (yani bence almam gereken) seyleri tamamlayacak, bugun de gec kalkip kalani toparlayacaktim. hain kader! neyse, artik elimizdekilerle idare edecegiz. aksam 4'e kadar disarida atilacak sey haric her seyi toplamis olmam gerekiyor ki, munuhlu taksici ismayilabi beni goethe institut gaesthaus'un onunden alsin, sonra sirf taksi para yazsin diye goethe institut ana binaya ugramak zorunda kalalim, ben odanin anahtarini teslim edip depozitoyu alayim, oradan havaalanina gidelim. kafamdan bir hesap yaptim (cunku en nihayetinde turkum) anahtarin depozitosu sanirim her sekilde taksinin bu gereksiz turnesinden daha yuksek bir meblag, o zaman yapilir. oyle olmasa, binada birilerine verecektim anahtari, ya da ustune takacaktim. pratik zekama ve konyali kurnazligima (konyayla uzaktan yakindan alakam olmamasina ragmen) hastayim.

bu blog da, farkettiyseniz, benim munuh maceralarimdan hayli sapti. oncelikle munih'te cok kalmadim, onun etkisi buyuk. 28 gunun 11 gun kadarini paris'te gecirinde mardin-munuh hattindan munuh-paris hattina donustu mevzu. bu araya giren ve zamanla uzayan mesafeler (prekazi'nin 80 metreden attigi gol gibi) sebebiyle almanca'yi da sahane ogrendigimi tahmin edersiniz. simdi bir bavyerali agziyla dankeschein ve uzata uzata genaau genaau diyorum; yani sanirim bundan ibaret. tamam iki uc soru sorup, basit cevaplar da verebilirim ama o noktada kaldik. ama hala kulturwissenschaft, hala kunstwissenschaft: bunlar harddiskte kayitli. peki pinar'in genaau demeyi ogrenmesi icin guzel beldemiz munih'te 4 hafta gecirmesi gerekiyor muydu? bu soruyu siz okuyuculara birakiyorum (cevabi da hayir bu arada.)

simdi izninizle ask-i memnu'nun son bolumunu interweblerden izleyip, decompression chamber'a girecegim ki turkiye'ye gece itibariyle ayak bastigimda etrafta danseden maskeli behlul'ler gorursem oldum ve purgatory'e gittim zannetmeyeyim.

tschuss!

Sunday, June 20, 2010

munuh

yarin, sonunda esas lokasyonum olmasi icap eden fakat pek beraber vakit geciremedigimiz munih'e donuyorum. orada da hava burasi kadar berbatmis. yasasin! bavyera, sana donuyorum (aksama)

simdii? utu yapmam lazim. my (glamorous) life as a housewife -derken boyle bir blog buldum? siz de onu okuyun bari.

Saturday, June 19, 2010

kara bulutlar


geldigimden beri demeyeyim, bir iki gun gunesi gordum (gunesi gordum: a film by mahsun kirmizigul) ama epeydir paris'e berbatt bir hava getirmis durumdayim, oyle ki, haziranin 20'sine geldik ve bugun itibariyle sicaklik 15 derece, hava saganak yagmurlu (turu donuna kadar islanmali saganak). pazartesi itibariyle munuh'e dondugumden, bakayim munuh havasi nasil dedim, aa o da ne, orasi da 12-14 derece civari ve bulutlu/yagmurlu cikmasin mi? peki ya benim dondugum cuma aksami itibariyle bulutlu ve yagmurlu havanin yerini parcali bulutluya birakmasi ve cumartesi gunu gunluk guneslik havanin gelecegi haberi? ayni sekilde istanbul'a varmamdan az evvel de hava neredeyse 10 derece birden soguyor ve hatta haftasonu itibariyle firtinalar koparsa kopsun iddialari var.

alin ustumden bu gademisligi, rica ediyorum!

gademis: The gademis figure which ruins a team's success is probably an old survival as well. In ancient times, esp. during crisis a person, called pharmakos, was executed to appease the gods and take all the "bad luck".

(bu arada ingiltere'de yasamak bana yaramadi, hava durumu uzerinden blog post bile yazabilecek kivama gelmisim 9 ayda)

Friday, June 18, 2010

Parisienne Walkways

soyle ki: by gary moore

aklima gecenlerde (uzulerek ustunden epey bir gectigini farkediyorum) bunu arabada giderken dinledigim geldi, ama bu seferki parizyen volkveys gercegi. carrie bradshaw gibi paris'te dolastim, kuaforlere gittim, simdi de nisantasi'nda soyleydi boyleydi havasinda bir yazi yazmak uzereyim. bu da achtung olsun! (kalbim munuh'te mi kaldi? yooo)

neredeydim? alexandre de paris'yi ararken kaybolup buldugum surada (alexandre'da soyadimi spell ederken ilk harf icin sophie dedigimizden muhtemelen sophie'yi beklediler saat 13.00 civari -ama adresinizi internetlere yanlis koymussunuz aleksandr!): coiff1rst

salonun sefi martial, hem sacimi kesti hem de benim bir turlu begenmedigim rengini tutturdu. netice: memnuniyet. paris'e gelirseniz, illa sacimi bir sey yaptirayim derseniz, champs-elysées'deki (ama sanzelize uzerinde degil, rue marbeuf'de) salona ugrayip adimi verin. martial beni "bir dahaki sefere de bekliyorum, bisous" diyerek ugurladi, sanki gercekten carrie bradshaw'um da (bu arada toplamda iki -sayiyla IKI- sex and the city episode'u izledim, birinde de paris'e gidiyordu KOSKOCA mikhail baryshnikov'la, ve cemkiriyordu oraya buraya, nuyork'u ozluyordu. nesini ozluyorsun carry? o sahane nuyork kisini mi, anlamadim ki? neyse parantez de bir uzadi ki!) sacimi kestirmeye paris'e gidip gelecegim.

ahhh life as a bon vivant! c'est la vie!
(fransizcami burada yariya kadar tukettim zaten, haha)

Wednesday, June 16, 2010

a Paris!



quartier juif'de dondurma yerken hipster fotolar pesindeyim.

-ve sevgili blog ve okuyuculari, tam ben bunu yazarken internet git? yeni geldi. yayinimiza kaldigimiz yerden devam ediyoruz.-

blog biraz aLmanca aci vatanliktan cikti gibi, zira Paris'e geldim ve kaldim. cumartesi gelip, carsamba sabahi (bu) donecegim Paris'ten gordugunuz gibi donmus degilim. pazartesiye kadar da buradayim. c'est la vie! kalmamin en onemli sebebi telefonda mulakat yapmam gerekliligi ve bu saatin benim trende olacagim saate denk getirilmis olmasiydi. fellowship mulakati oldugu icin kendisine gereken onemi verdim ve bileti ileriye atayim dedim, ama haftaici diger gunlerin biletleri 250 euro civari fiyatlariyla beni etkilediler sahiden. bu durumda behlul gidemez. ozgehan ve erdem'in basina yaklasik 10 gunluguna sarilmis durumdayim su durumda. peki aLmanca dediginizi duyar gibiyim? iste o biraz yalan oldu. onun yerine simdi isvicre fransizcami pis parislilere satiyorum; mesela octante, mesela nonante, ne o oyle dort yirmi bilmemne hamalligi? beyin bedavah!

Paris takdir edersiniz ki epey guzel. kendisiyle en son 99 senesinde gorusmustuk, o zaman da cok uzun kalmamistim. Louvre'u en son goreli ise neredeyse 20 sene olmus (yuvarliyorum) o yuzden gecen gun gerekli ziyaretleri yaptim. en son Louvre'da guzel aci yakalamaya calisirken makinayla yerlerde surunmek neticesinde bacaklarimin sekiz yasindaki cocuk gibi mosmor olmasini yok sayarsak gercek bir parisienne gibi sekiyorum Rue de Rivoli'de. cok sekmemem herkes acisindan iyi olabilir gerci, cunku insanin Paris'te her gordugu seyi alasi geliyor.

bu Munuh'ten ziyade Paris ziyaretine donusmus geziden notlarim simdilik boyle. aslinda yazacak cok sey vardi ama kesinti sirasinda yarisindan fazlasini unuttugumu farkettim.

bissous!

Friday, June 11, 2010

yollarda

yasasin, yollara dustum! listening to: Wanderlust King - Gogol Bordello. (oyle bir gaza gelmek ki, interrail bileti alasi olmak. ya da parasi neyse veririm ya! gezecegim ben!)

tamam yalan soyledim, trying to listen to gogol bordello ama actually listening to VUVUZELA! arkadas, bu nasil bir ciledir, nasil bir azimdir? adamlar ilk yarida fire vermeden caldilar vuvuzelayi. peki ben bunu neden dinliyorum? dysleksik olmamla ve 18.47 trenini 16.23 sanmamla alakasi olabilir mi? (olabilir) boylece geldim munchen hauptbahnhop'a saat uc civarinda, o saattir de kafede oturmam ayip olmasin diye gerekli gereksiz urunler al, saga bak sola bak, sonra kafenin wireless'ini kesfet -ve iste buradayiz.

istikamet: paris. PARIS! burada da soundtrack girsin: I love Paris (hem de Ella'dan, baska kimden olacakti?) kisa bir stuttgart aktarmam var, ICE treninden inip TGV'ye binecegim, ki bu da beni heyecanlandiriyor. en son TGV'ye 99 senesinde binmisim, bunlarin simdi yepyeni modelleri cikti, test driver gibiyim.

iki uc tane de not duseyim:

- bugun artik dorduncu deneyisimde ikna oldum ki: munuh'te (belki de tum aLmanya'da?) tuvaletler PARALI. evet, bayagi para verip giriyorsunuz. hatta bir tanesinde kolonya degil ama (zaten onun adi KOLANYA'dir) elinize fisfis sikan kiz bile vardi. ama driedl kiliginda. allahim bazen postmodernizm beni zorluyor.)

- az evvel ucuncu platformdan Dresden'e kalkan tren vardi. insanin binesi gelmiyor.

- ICE trenleri cok havali gorunuyor, neyse ki son dakikada gecen gunku biletcinin yaptigi hatayi telafi edip yer de rezerve ettirdim. munih-stuttgart arasini AYAKTA gitmek de var? -cok gorduk bunlari interrail'de.)


simdi gecirecek yaklasik 1 saat 40 dakikam daha var. yasasin saskinlik!

Wednesday, June 9, 2010

tanrilarin ofkesi

hava durumu gibi bir yazi bu, istersen atla sevgili okuyucu.

dun aksam dokuz civarlarinda sahane bir simsek/yildirim/gok gurultusu uclemesi basladi bu munih'te. soyle goruntuler olustu:



dunyada en sevdigim hava durumlarindan biri oldugu icin ben de keyifle izledim laim adli bolgeden, munuh'u tam tepesinden vuran firtinayi. simsek/gok gurultusu yakinligina gore hesapladim, yakinlasti yakinlasti ama son dakikada batidan cikan ruzgarla ustumuze kadar gelemeden uzaklasti. butun bunlari Wotanstrasse ve Valhallastrasse dortyoluna cok yakin oturmama bagliyorum. Thor da civarda olsa gerek.

Tuesday, June 8, 2010

run to the hills


ya da meadows. abartmayayim, bugun yaptigim yuruyuste pek oyle tepe falan yoktu, daha ziyade minik cikintilardan bahsedebiliriz. cayirlik cimenlik Hirschgarten'daydim, ki buradan evvelce bahsetmistim (ismini geyiklerden aliyor diyerek). Yukaridaki resimde ise, bu genis alanin bir kismini kaplayan cesitli beergarten'lardan birini ve cevresini inceleyebilirsiniz. Kaldigim evin neredeyse 300 metre ilerisinde girisi, girip birkac kilometre yurumek mumkun. yagmur bastirmaya baslamasa Nymphenburg'a kadar yolum vardi ama 5-6 kilometre yuruyup gezindikten sonra eve donus yolunu tutmam gerekti. Nymphenburg ve Olimpik Park neyse ki epey yakinlar, ikisine de buradan tabanvay olarak gitmeyi planliyorum bu hafta olmazsa onumuzdeki hafta icinde.

Hirschgarten Munih'in Central Park'i gibi benim icin simdilik, ama Englisch Garten daha buyuk ve havali imis. henuz kendisi ile tanisamadigim icin karsilastirma yapamiyorum. Hirschgarten'da da, munih'te agirlikli oldugu uzere genis yaprakli agaclar hakim; bu demektir ki kisin buralari biraz depresif oluyordur, cunku bunlarin yapraklari ful dokuluyor olmali. benim cam ve benzerlerinden olusan favorilerim evergreen'lerden yok yani pek burada, zaten dogal florasi bu degil orta avrupa'nin. yavrum cam! yerim seni be! bu kadar yesilligi falan cok sevsem de, niyeyse ben hep bizim ege cevresinin makilik ve zeytin agacli bitki ortusunu daha bir ozluyorum. ha bu geliste Alpler civarina gitmek kismet olmadi, olsaydi, Alpler yener. Mont Blanc WINS.

memlekette ben geldigimden beri genel bir piknik havasi hakim ve almanlar hic beni korkuttuklari gibi asik suratli zonzonzon adamlar degiller -ya da bu Bavyera'ya ozel bir durum. her ne ise, ben bu memleketi pek begendim. hele asik suratli ve ic sikici Ingiltere'den sonra cennet gibi. Munih > Oxford. butun bunlara ragmen, su siralar (dun ve bugun degil ama) les gibi sicaklarla bogusacak oldugumu bildigim Istanbul'u ozlemeden edemiyorum. Istanbul'da sevdigim herkes buraya gelse uzun sure kalabilirim ama. Driedl kiyafetlerimizi giyer, lederhosen'lari ceker, her gun bira iceriz?


Sunday, June 6, 2010

kiniyorum


henuz ayin 6'si olmasini kiniyorum. hatta haziran ayina nota cekecegim. disislerinde staj yapan birileri var mi, bu isler nasil oluyor tam? soyle hesapladim mesela, july, ismini caesar'in bagli oldugu gens iulia'dan aliyor, iulia klaninin patron tanricasi da venus. o zaman yetkili merci kendisi mi oluyor? onu da fazla kizdirmamak lazim ama degil mi.

iste karar vermekte zorlandigimiz anlar!

o zaman bunu izlerim ben.


not: internet baglantisi da ttnet'i aratmiyor hani.

Sturm und Drang


munih'te uc gunluk innanilmaz yaz havasindan sonra simdi gokyuzunde bulutlar toplanmaya basladi. bu hafta firtina bekleniyormus. acaba ankara'daki gibi dolu yagacak mi beklentisindeyim. beklentisindeyim derken, yagsin istiyorum diyemem, toplu tasima kullanma, yurume gibi durumlar varken insan kafasina buz topu dussun istemiyor tabii.

aslinda bugun canim Ludwig'imin (ikincisi) hayaller satosu/neverland'i Neuschwannstein'a gitmis olmam gerekiyordu. goethe grubunu kacirdim, ulasamadim kendilerine, dolayisiyla kaydolamadim. ben onlari yakalarim yeaa diye dusunup sabahin 6'sinda kalktim, kalktim tren istasyonuna gittim, bu satoya gitmenin hayli karisik oldugu bilgileriyle donandiktan sonra kicima baka baka odaya dondum. sonuc: wagner esintili tablolar -yok. gabriel knight III nostaljisi -yok. grottolar -yok. o zaman ben de haftaya haftasonuna basip paris'e gider miyim? giderim be gamsiz! (yavas git: once yarin hauptbahnhof'tan tren bileti fiyati kontrol et istersen.)

[esasen bu postada dun bayerisches maedchen olarak gecirdigim gunu fotolarla belgeleyip yazacaktim. neyse, kacmiyor ya?]

Friday, June 4, 2010

munferit olaylar

oncelikle diyeyim: yazacak pek bir seyim yok, zira munih bugun ilk yaza calan guzel havasini gosterdikten sonra beni yataklara dusurdu. hayatimda cekmedigim bir bogaz agrisi, hafif ates, dusuk tansiyon gibi tek basina cekilmez islerle debeleniyorum hem de allahin aLmanya'sinda. butun gunun aktiviteleri: kitap okumak, biraz almanca fiillere bakmak ve yatmak yatmak yatmak. bir de artik ya acliktan olecegim ya yogi olacagim seceneginden ucuncusunu (yani yemek bulmayi) secerek yurudum tren istasyonumuz Laim S-Bahn'a. planim sehre inmekti. ama baktim ki istasyonda pek ilginc urunler satan bir yer var, daldim iceri, aldim sandvici, onu kemirirken ininininnn, trenden inmis Tatiana! (Tatiana'yi hatirliyoruz degil mi?) geldi yanima, yine rusca agirlikli olmak uzere, biraz almanca bir de benim niyeyse araya karistirdigim ingilizce ve YUNANCA (bu sacma esas) ile konusuyoruz bir seyler. kendisi de cok yasli olmamasina gore daha evvelki bir konusmamizda 20 yasinda bir kizi oldugundan bahsetmisti; o sebeple anac bir insan. bana da "cok zayifsin, yemen lazim. ye ye ye" demeyi ihmal etmedi. balikli bir seyler yapmis, beni davet etti, dedim ben vejetaryenim tatyanaciyim. nedense bizim bolge (iste dogu-guney avrupa, levant, o civarlar) insaninda bir "et yememe" kavrami yok. inanmadi. iste tek tek soruyor, balik da mi? tavuk? kofte? ya ET YEMIYORUM iste! anlatamiyorum da detayli, nein nein, nyet nyet.

sonra bana buyuk kiyak gecerek bana supermarketin yerini tarif etmekle kalmadi, bizzat benimle geldi. ben de her mutfagin birincil ihtiyaclari olan CORN FLAKES ve TURSU aldim ilk evvela. baska seyler de aldim merak etmeyin. simdi bunlari aldim da, kap kacak yok. hatta etrafta gordugum herhangi bir kase yok? yarin buranin mutfagini incelemeyi planliyorum, herhalde goethe institut 4 haftaligina gelen adamin yaninda tencere ve yemek takimiyla gelecegini dusunmemistir. fakat su anda hayatimin en muthis bogaz agrisini gecirdigim icin zaten muz bile yiyemiyorum, kaldi ki catir cutur corn flakes yiyeyim. yarina kader kisfmet.

eve donerken de meger Hirschgarten denen Bavyera'nin en buyuk bira evine ne kadar yakin oldugumuzu gordum. ben esasen ilk bakista birayla ilgili bir sey oldugunu anlamamistim, cunku bana koskocaman bir park gibi gozuktu; acikcasi birayla da pek aram yok. ismini geyiklerden aliyormus, cunku neden? geyik varmis (hirsch=geyik) icine girip bakma firsatim olmadi ama anladigim kadariyla essek gibi buyuk bir arazide bir de beergarten sozkonusu. ben daha ziyade cimle, cayirla, agacla ilgiliyim, musait bir zamanda giderim diye dusunuyorum.

plan: yarin sabah itibariyle iyilesmis olmak ve muze gezmek.
durum: istanbul'u ozledim.

Wednesday, June 2, 2010

why does it always rain on me?

gercekten de biri bunu bana aciklayabilir mi? ingiltere'ye gittik bir kere o hatayi yaptik tamam: yagmur o paketle birlikte geliyor. agva'ya gittik, orada da yagmur yagacagi, firtinalar kopacagi tuttu. peki simdi haziran'da munuh'e gelmisim, ki ozellikle guneyde, avrupa'nin kuzeyinde degil, merkezinde diye sectim bu sehri (tamam bir de ludwig yuzunden) ama o zaman, why does it always rain on me?!

location: munchen
forecast: RAIN RAIN RAIN
temp: 9 celcius

lutfen bu sacmalik sona ersin. gezmek istiyorum. kalan 23 gunu bir sinifta kapali fiil cekerek ve ALPHABET RAP (gercektir) yaparak gecirirsem buradan seri katil cikarim. bak dogum haritama: seri katil yaziyor.

/rant over

Tuesday, June 1, 2010

S Bahn manzaralari




yanlis yone gittigimi anlamazdan bes on dakika once, S6'da kim bilir hangi yone gidiyorum? onumdeki cocugun munchen gazetesi lokasyonumu kanitliyor.

panikos!

aksam postasi:

telefon aci aci caldi. arayan basbakandi. (hem mayk hammer, hem ozkok gondermesi olan mithis bir cumle)

bastan basliyorum, kapi aci aci calindi, hem de iki kere, farkli zamanlarda. hic ustume alinmadim, benim kapim degil herhalde yeaa, kim benim kapimi calacak ki? dedim. ucuncu kez calindiginda actim artik (az once) karsimda kim? Tatiana! (bir onceki post'u oku canim okuyucu, beni aciklamalara mecbur birakma. biz bunlari hep yazdik.) bir panikler bir seyler. benim tarzan almancam, onun benimkinden cok az daha iyi almancasi ve panik icindeki ruscasi ile anladim ki internetler icin GI'e basvurmus ama bir sebepten (buyuk ihtimalle becerememistir) interneti odasinda calismiyor. sim card almis bir tane buradan, onu aktive etmesi gerekiyor, bunun icin internet gerekli; dolayisi ile 212 numerolu odasindan benim 312 numerolu odama cikmis, yardim istiyor. belliydi bugun yemek yiyelim bilmemne yapalim derken bu kadinin basima sarilacagi. neyse, aldim sim card'i, internet sitesine girdik, COK SUKUR ingilizcesi de var. butun islemleri yapiyorum ama GERIZEKALI site bizim posta kodunu kabul etmiyor? once buraninkini yazdim, olmadi GI'unkini, yok yok yok. internetten kontrol ediyorum munuh postkodlarini, tamam her sey dogru, ama posta kodunu giremiyoruz ve dolayisi ile adresi de tamamlayamiyoruz, ve ne olmuyor? karti aktive edemiyoruz.

Tatiana'nin (bana Liza de) aglamalari esnasinda parasinin olmadigi, bir arkadasina ulasmasi gerektigi gibi detaylari kavradim. actim skype'i, oradan telefon etsin diye, oh, orada da kredi kalmamis. verdim telefonu, ara arkadasini ama kisa konus, o seni geri arasin dedim. butun bunlari ingilizce-almanca-yunanca karisik soylemem de takdire sayan sanirim, ve o yunanca araya niye giriyor? onu da hic bilmiyorum. nihayetinde buradan 30 km. (sanirim?) mesafedeki arkadasini aramayi basardi. sabah arkadasinin GI'e gelmesi planlandi, sanirim kendisine para getirecek.

bu isleri hallettik de, gozyaslarimiz bitti mi sandin? Tatiana tutturdu gel asagi kahve icelim benim odamda. Tatiana bebeyim, ben kahve icmem bir, burada mis gibi internetlerde kafa dinlerken seninle odana gelemem iki, uc KONUSAMIYORUZ KI! derdimi de anlatamiyorum, isim var, yazi yazmam lazim, onu bitirmem lazim, fur die magazin, in der turkei falan filan salliyorum, bana misin demiyor. CUNKU ANLAMIYOR. nihayetinde actik rusca-ingilizce online sozlugu, now, work, tomorrow, come anahtar kelimeleriyle derdimi anlattim, az once yolculadim kendisini alt katimdaki odaya. gece camdan falan girecek diye korkuyorum simdi. allahtan hava soguk, cam kapali.

diversity, diversity, diversity


bunun henuz aLmanca'sini ogrenmedim o yuzden size sekil yapamiyorum. (ref: baslik)

bu sabah itibariyle Goethe Institut'taki ilk aLmanca dersime gittim. ama nasil? tabii ki gec gittim. simdi ben Laim denen bir bolgede oturuyorum, burasi boyle residential, Nymphenburg parkina yakin bir yer, bizim GI ise epey merkezde, Marienplatz denen Munuh'un Taksim'ine yakin (belki de burasi -kursun mekani- Sirkeci'dir? bir suru foto makinasi dukkani gordum. kendime not: Canon icin baglanti kablosu al, fotolar mahsur kaldi!) ne diyordum, oncelikle, tabii ki sabah 7'de kalkmanin verdigi tepe sersemligi ile Laim'dan boyle havaalanina dogru giden yone binmisim. gidiyoruz gidiyoruz ortam daha bir kirsallasiyor. hic cekinmedim, onumde Munchen gazetesini okuyan cocuga sordum (bir de Ingilizce inadim var ki): "kardes hallo aus der turkei, bu tren Karlsplatz'a gider mi?" cocuk da "hayir tabiiy ki" dedi. bu durumda ben bir sonraki durakta inip, gercek bir TURK gibi boyle raylardan falan atlayarak karsiya gectim (cok sukur tek ben degildim bunu yapan da). oradan da vardik destinasyona. ama muthis bir zamanlamayla, 8.10'da gel demisler, girdim ben sinifa, saat? 9. aLman disiplinine henuz alisiyorum.

hocamiz Frau Moser diye bir hanim (baska soyadli biriyle evli ama kendi soyadini kullaniyor HEY YAVRUM BE!), pek sevimli. bize cocuk gibi aktiviteler yaptiriyor olmasinin haricinde hossohbet de bir insan (almancam super ya, hemen koydum muhabbeti?) yaptirdigi aktivitelerden ayrica bahsedecegim. simdi gelelim siniftaki muthis diversity'e (hence the label of this post)

sinif arkadaslarim:

Anchal - Hintli, Punjab'dan. kimi sesleri telafuz edemedigi icin azicik yavas ilerliyoruz. hayat namaste degil tabii, kiz ne yapsin? alninda noktasi yok, bekar bu. sahane kulturel tespitlerim bu yonde. fazla konusmadik bununla, dharma initiative'i falan soracagim utanmasam, sonra da okuz gibi gulerim bahahaha diye.

Octavio - Meksikali, Puebla'dan. Puebla neresi ya? daha wikipedia'dan bakmadim dusunun. siz interaktif okuyucular oldugunuz icin kendiniz bakarsiniz. Oaxaca falan deseydi "oo sizin orada super ortam varmis, dalis, yuzme falan" diyecektim (BEN AMERIKA'DAYKEN o yoreden bir arkadas vardi da) Puebla icin yorum yapamadim. hmm interesting dedim pis bir yankee gibi. bu oglan kucuk, niye ogrenmeye gelmisti onu da soyledi de unuttum. universitede bir seyler bir seyler.

Brian - Amerika, Annapolis, MD. bu cocukcagizi adeta universite katalogundaki siyah kartini oynasin diye almislar, bu kadar da stereotip olunur arkadas. guler yuzlu, hos sozlu, haha hihi, nes'eli bir adam. ama her amerikali gibi hafif kabiz dil ogreniminde. benim yaslarda oldugunu tahmin ediyorum, bu da akademik sebeplerden gelmis, ama meendis gibi bir seyler dedi.

Giampaolo
- Italya'dan katiliyor, Udine'den. kardesim senin isminin Gianpaolo olmasi gerekmez mi? diye sorasim geldi. belki Udinese adetidir, cok karistirmamak lazim. cifte vatandasligi varmis, Arjantin ve Italyan. bunu da bizim hoca anladi. nerden anladin Frau Moser? ha?! nerden?? cikin olmasa yamanilabilir buna, Arjantin'e gidersin, tango mango. saka yapiyorum okuyucu, cosma orada.

Abdul-Wasa - Yemen'den katiliyor. sehir de Taiz imis. guneyinden. Yemen'in neresinden? guneyinden. cok Arap bi abi gercekten kendisi. is icin aLmanca ogrenmek zorunda kalan garibanlardan, bir Alman sirketinde calisiyormus, baskanin asistanligina atanmis mevki olarak, ama baskan? Alman. hoop, gelsin Goethe Institut. bu cocuga uzuldum, cok sikintili bunun isi. evli barkli, koca adam.

Dan
- Isvec'ten, Goteborg'dan katiliyor. Psikoloji yukseklisanscisi; bununla "ah, kadersiziz!" muhabbetini koyduk. Viyana Okulu ile ilgilendigi icin aLmanca ogrenmek istemis. e Isvecli kardesim, sen zaten aLmanca okuyunca anlamiyor musun, anlamadim ki? benim gozumde hep bir bu diller. ben Isvecli olsam hepsini anlarim. cocuk kasiyor wie heissen Sie bilmemne diye, yazik yahu. t-shirtle oturuyor bir de biz donarken, oradan belli kuzeyin oglu oldugu, cunku bugun munuh ON DERECE IDI! belli etti hemen rengini (sari). ismi de DON diye okunuyor, den degil. illa bir cikintilik yapacaksiniz.

Akihiko - Bu da is isleri icin gelmis, Kobe'liymis. saclar tam salt and pepper dedigimiz cinsten (ama mesela richard gere gibi degil?) L ve R harflerini karistirmasiyla bugun ogrendigimiz alfabenin icine etti sagolsun. guleryuzlu diyecegim ama Japonlar ekseriyetle boyle oluyor icinden anana sovse de, o yuzden veremedim notunu. boyle kendi halinde biri. sen kalk Japonya'dan gel, allah iyiligini versin Akihiko ya.


sinif bu durumdayken (+ ben) sirasiyla iki kisi daha katildi aramiza. nasil mi? soyle:


Tatiana
(ama arkadaslari Liza diyormus?) Pensa'dan gelirmis, Moskova'ya yakinmis. Rusya'nin genelini ele alinca NE KADAR YAKIN sorusu akla geliyor. bak buna da bakmadim henuz. cunku gorev gibi, odev gibi blogumu yaziyorum. kiz Ingilizce bilmiyor? boyle yari Almanca yari Rusca bir dili var, Almancasi da kotu. bir de bana sarmadi mi? surekli muhabbet etmeye calisiyor (kiz dedigime bakip heyecanlanma turk erkek blog okuyucusu, koca kadin, evli mevli, arti cikin. simdi rahat) bak Lizacim, Tatyanacim, ben o kadar Rusca bilmiyorum? bildigimi de unuttum. iste zdrastvuytye, minya zavut Pinar, kak dila? nazdarovya! bir de "su bir evdir, bu da bir evdir (toje doma), this is a pencil" falan diyebiliyorum. kadin sakiyor yanimda. SAKIMA BE! butun ulkelerde en populer soyadlari gibi bir istatistik yapiyoruz sevimli kitabimizdan. Almanya'da Muller imis. iste herkes kendi ulkesini soyluyor, Meksika: Sanchez, Hindistan: Kumar, ben kitaptan kopya cektim (vallahi kitapta var, aLmanca kitabinda!) "eeeoo Yilmaz?" dedim (ve Melo'nun da kulaklarini cinlattim), Isvec'ten Andersson yaniti geldi, Italya'dan Rossi, vesaire. ha bu arada Japonya'da da Yamada imis. allahim ne kadar yararli seyler yaziyorum? kulturunuz artsin biraz! neyse, geldi sira Tatiana'ya. kiz kendi soyadini soyluyor, nuh diyor peygamber demiyor! Ingilizce bilmedigi icin anlatamadik. sonunda (ki buna sonra gelecegim) Montenegro'lu cocuk yari Sirpca yari Rusca anlatmaya calisti, i ih, o da olmadi. tutturdu benim evlilik soyadim su, evlenmeden once buydu. ONU ANLADIK BE! ders bitti, rus mu, rusca bilen mi ne birini falan cagirdi hoca sinifa, en son bunu tartisiyorlardi, kiz hala anlamamisti korkarim. yani Russian Bride ariyorsaniz bir daha dusunun ihvanlar. cikista da "napiyorsun?" dedi, ben anlamazdan geldim "eve gidiyorum uuu cok yorgunum" dedim. Frau Moser "galiba seninle yemek yemek istiyor" diye yardimci olmaya calisti. niye yardimci olmaya calisiyorsun hocam? onu biz de anladik! ben de kacmaya calisiyorum. neyse: mission accomplished. ne konusacak idiysek?

veee son olarak:

Admir
- Montenegro'dan katiliyor. hangi sehir sormadik, herhalde Podgoritsa falandir, Montenegro dedigin el kadar yer zaten. karisi Alman imis, cocuk da elektrikli (hep bu hatayi yapiyorum, ibret olsun diye duzeltmeyecegim) ay, tekerlekli sandalye ile geldi. karisi getiriyor, karisi aliyor. karisiyla nece konusuyor? vallahi bilmiyorum. ama bize Ingilizce, Sirpca, biraz da Arnavutca konustugunu beyan etti. ben de "Schiptar!" dedim. heyecanlandi, sevindi. sakin ol Admir, bilmiyorum baska arnavutca kelime, bunu da enistemden biliyorum. (bir de pilav demeyi biliyordum da su anda unuttugumu farkedis)


grup bu, X-Men gibiyiz. ben bana ozel guc verilecekse Jean Grey olabilir miyim? mersiboku.


(ekte: kitaptan bir sayfa. nelerle ugrasiyorum gorun.)